
Eşbaşkanımız Serdar Altan, Musa Anter'in katledilişinin 30'uncu yılı nedeniyle cezaevinden mektup gönderdi.
3 aydır tutuklu olan eşbaşkanımız Serdar Altan, Kürt bilge, gazeteci Musa Anter'in katledilişinin 30'uncu yılı nedeniyle cezaevinden bir mektup kaleme aldı. Altan mektubunda Apê Musa için bir de şiir yazdı.
Eşbaşkanımız Altan'ın mektubu şöyle:
Aranızda olamamanın derin burukluğuyla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyoruz…
“Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının, yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil! Sanığıyım, mahkûmuyum ve davacısıyım” demişti Apê Musa.
Evet; O, halkının yaşadığı zulmün, baskının bizzat tanığıydı. Kürdün yaşadığı trajediyi elden geldiğince anlatmaya çalıştı. Ömrünün son 55 yılını buna vakfetti. Canını da bu uğurda feda etti. Eli kanlı katiller aldı onu aramızdan. Aradan 30 yıl geçti. Çocukları, torunları, yoldaşları bu tanıklığı, bu mücadeleyi sürdürüyor işte. Bundandır ki bizler hala bu sistemin ötekileriyiz. Suçlusu, tutuklusu ve hükümlüleriyiz. Ama mutlaka davacıyız bu zorba düzenden.
Kürt gazeteciler tıpkı halkı gibi çok çileler çekti, çokça badireler atlattı. Hakikati halka ulaştırmak için, dünyaya duyurmak için çalıştı ve bu uğurda büyük bedeller ödedi. Baskı ve zorla yıldırılmaya çalışıldı, gazeteleri, yayın organları kapatıldı, sansürlendi, engellendi, hakkında yüzlerce, binlerce dava açıldı. Dört duvar arasına atılarak susturulmaya çalışıldı. Yetmedi, gazetesi bombalandı, büroları yerle bir edildi. Sistemi çılgına çeviren bir direnişle karşılık verdi arkadaşlarımız. Ve bunun bedelini canlarıyla ödediler. Tıpkı Apê Musa gibi onlarca Kürt gazeteci sırf iyiyi, güzeli, doğruyu yazıyor, anlatıyor diye katledildi. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Peki, tüm bunlar özgür basını vazgeçirebildi mi hakikat arayışından? Elbette ki hayır! Her vuruşta daha da keskinleşti kalemi, her baskı ve zor daha da büyüttü özgürlük ideallerini. Daha çok yazdı, daha çok anlattı, daha çok gösterdi doğruları, gerçekleri, görülmek istenmeyeni. Yalanın perdesini yırttı adeta. Tıpkı bir çağlayan gibi kendisine katılan her damlayla daha delice aktı. Hiçbir şey engel olamadı ona. Ölüm bile!
Bizler Apê Musaların, Gurbetellilerin, Cengizlerin, Hafızların, Hüseyinlerin ardıllarıyız. Onlardan devralmıştık bayrağı. Elden geldiğince en zirvede tutmaya çalıştık, düşürmedik bu bayrağı. Bugün dört duvar arasında olabiliriz belki ama halen sürüyor bu mücadele. Siz dışardaki yoldaşlarımız en onurlu şekilde taşıyorsunuz bu bayrağı. Ve bu bize gurur veriyor. Bir kez daha kanıtlıyorsunuz özgür basının yılmaz neferi olduğunuzu.
Aranızda olmayı çok isterdik, birlikte otuzuncu yılında Apê Musa’yı anmayı. Ve de tüm Özgür Basın şehitlerini. Ama gönlümüz, yüreğimiz sizinle, bağlılığımız şehitlerimize. Dört duvar arasında da olsak anıyoruz onları, anılarını kendimize rehber edinerek.
Bilinmesini isteriz ki, bu devran böyle gitmez, bu zulüm ebedi değil. Mazlumun ahını alan zalimin sonu yakındır. Bizler de özgür yarınlarda buluşacağız. Kalemimiz daha özgür yazacak, kadrajımız daha aydınlık olacak. Fluya yer olmayacak hiçbir karede, daha net, daha berrak olacak. Ve güzel ülkemizde özgürlüğün türküsünü söyleyeceğiz hep birlikte.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri bir kez daha selamlıyor, bu etkinliğe emeği geçen herkesi içten kutluyoruz.
Bitirirken şu birkaç dizeyi tüm yoldaşlarımıza armağan ediyorum…
Bizimkisi zincirle kayalıklara vurulan Prometheus’un sakinliği
Tanrılardan ateşi çalmaktı günahımız
Çile dediğin nedir ki?
Bir vuslat, bir hasret, bir dört duvar süreğenliği
Tarihin dile gelmesi bu sanki
Bir Shakespeare manzumesi, bir tragedya
Ama ille de Kürdün yazgısı
Bunca yaşanmışlığı anlatmanın bir yolu olmalı
Biriktirilen bunca acıyı
Çatlamış kavruk toprağa bir damla can olmayı
Bir serüveni, bir adanmışlığı
Ama ille de Kürdün direngenliğini
Ve sıcak bir gülümsemeyle selam durmalı
Ateşi gürleştirenlere, güneşi kutsayanlara, günü yaratanlara
Sonsuzluğun sırrına erenlere