
DFG önceki dönem Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu gazetecilere yönelik saldırıların hedefinin toplum olduğunu söylerken, avukat Gökhan Küçük her türlü hukuki sürece başvurulması gerektiğini vurguluyor.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, gazeteciler Heval Önkol, Ceylan Şahinli, Dilan Kartal ve Medine Mamedoğlu'nun 2024 yılı içinde haber takibi sırasında polis şiddetine uğradıklarına dair yaptığı üç ayrı suç duyurusunda "kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdi. Savcılık, dosyalara sunulan görüntü delillerine rağmen "yeterli delil olmadığı" veya "şüphelilerin tespit edilemediği" gibi gerekçelerle soruşturmaları kapattı.
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) önceki dönem Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, bu durumun bir kurala dönüştüğünü belirtiyor: "Son yıllarda gazetecilere yönelik baskı ve engellemeler rutin hale geldi. Neredeyse her sahaya çıkan gazeteci, engelleneceğini bilerek çıkıyor."
Müftüoğlu’nun “bir kurala dönüştüğünü” söylediği bu tablo, verilerle de destekleniyor. 2025 yılının ilk üç ayında en az 13 gazeteci, 12’si toplumsal eylemler sırasında güvenlik kuvvetleri kaynaklı olmak üzere, saldırıya uğradı. Bianet'in Medya Gözlem Raporları'na göre ise son beş yılda (2020-2025) polis ve kimi zaman jandarma tarafından gerçekleştirilen saldırı, engelleme ve tehdit vakalarının sayısı 200'ü aştı. Sadece 2021 yılında en az 56, 2022'de ise 53 gazeteci sahada doğrudan şiddete maruz kaldı.
KRİZ ANLARI VE PROTESTOLAR: ŞİDDETİN YOĞUNLAŞTIĞI ALANLAR
Bu rakamların ardında, ülkenin dört bir yanındaki toplumsal olaylarda ve kriz anlarında yaşanan onlarca olay bulunuyor. Özellikle siyasi tansiyonun yükseldiği eylemler, şiddetin en yoğun yaşandığı anlar oluyor.
İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltı alınmasından sonra Türkiye çapında gelişen eylemleri İstanbul’da izleyen 10’u aşkın gazeteci, polis şiddetine maruz kaldı. Yumruklu ve tekmeli saldırılarda Anadolu Ajansı muhabiri Hakan Akgün’ün burnu kırıldı; AFP foto-muhabiri Yasin Akgül’in bacaklarında ve sırtında morluklar oluştu; Reuters muhabiri Dilara Şenkaya başından yaralandı; bianet eski muhabiri Ali Dinç dizinden ve başından yaralandı; İlke TV muhabiri Eylül Deniz Yaşar yakın mesafeden sıkılan gazdan ağır şekilde etkilendi; serbest foto-muhabiri Kemal Aslan da başından yaralandı. BirGün gazetesi muhabirleri Deniz Güngör ve Ebru Çelik polisten şiddet gördü. Çelik, 21 Mart’ta Saraçhane’deki eylemleri izlerken plastik mermiyle ayağından yaralandı. Saldırıya uğrayanlar arasında Akit TV muhabiri Serkan Okur, serbest gazeteci Rojda Altıntaş ve Özgür Gelecek muhabiri Yusuf Çelik de vardı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) üyesi, serbest muhabir Jan Devletoğlu ise Saraçhane’de fotoğraf çekerken güvenlik güçlerince engellendi, fotoğraf makinesindeki çektiği fotoğraflar zorla silindi.
MAĞDURDAN SANIĞA: BÜLENT KILIÇ ÖRNEĞİ
Cezasızlık politikasının en sembolik örneklerinden biri, AFP Foto Muhabiri Bülent Kılıç'ın yaşadıkları oldu. 2021'deki Onur Yürüyüşü'nü takip ederken polis tarafından yere yatırılıp boğazına basılarak gözaltına alınan Kılıç, şikayetçi olduğu polislerin yargılandıkları davadan beraat etmesiyle yargı duvarına çarptı. Daha da kötüsü, şiddete uğrayan Bülent Kılıç'ın kendisi "görevli memura mukavemet" suçlamasıyla sanık sandalyesine oturtuldu. Bu vaka, sistemin sadece failleri korumakla kalmayıp, aynı zamanda mağduru cezalandırarak caydırmayı hedeflediğini gösterdi.
MÜFTÜOĞLU: “AMAÇ GERÇEĞİ KARARTMAK, SESİ KISMAK”
Dicle Müftüoğlu'na göre bu rutinleşmiş durumun arkasındaki amaç, toplumsal bir itirazın veya bir hak talebinin kamuoyu tarafından duyulmasını engellemek: "Amaç, toplumsal eylemin veya söz söyleyen kişilerin sözünün kamuoyuna yansımasını engellemek. Örneğin, kadın cinayetlerine karşı yapılan yürüyüşler engellenerek kamuoyunun bu konuda bilgi sahibi olması engelleniyor."
Müftüoğlu, bu engellemelerin keyfi olmadığını, "Valilikler ve İçişleri Bakanlığının özel talimatları doğrultusunda" yapıldığını vurguluyor. Sahadaki yöntemler ise giderek sertleşiyor:
"En sık görülen durum, kalkanları kullanarak kameraların çekim yapmasını engellemeye çalışmak. Gazeteciler, tripod ve monopotlarıyla bu kalkanlara karşı mücadele ediyor. Ortamda gerilim ve şiddet arttıkça, gazetecilere yönelik şiddet de artıyor" diyen Müftüoğlu, müdahalenin sadece engellemeyle kalmadığını belirtiyor: "Darp sırasında fotoğraf makineleri ve kameralara zarar veriliyor, bu da haber takibini engelliyor. Gözaltı durumlarında ise makinelere el konuluyor ve dava süreci bitse bile ekipmanlar geri verilmeyebiliyor."
HALKIN HABER ALMA HAKKINA DOĞRUDAN SALDIRI
Polis kalkanıyla itilen, kamerası kırılan, TOMA suyuyla ıslatılan, saatlerce ablukada bekletilen veya bir savcılık kararıyla adalete erişimi engellenen her gazeteci, aslında toplumun haber alma hakkına vurulmuş bir darbenin mağdurudur.
DFG önceki dönem Eşbaşkanı Müftüoğlu, bu saldırıların sadece gazetecilerin şahsına değil, doğrudan mesleğin kendisine ve dolayısıyla topluma yönelik olduğu konusunda uyarıyor ve bir çağrıda bulunuyor: "Bu yaşananlar ciddi bir problemdir ve kamuoyunun tepkisini gerektiren, gazeteciliğe ve gazetecilere sahip çıkmayı gerektiren bir durumdur. Gazetecilere yönelik saldırılar, sadece onların şahsına değil, mesleklerine ve halkın haber alma hakkına yöneliktir."
HUKUKİ ZIRH VE GAZETECİNİN HAKLARI
Avukat Gökhan Küçük, savcılık kapısından dönen bu adalet arayışının bir son olmadığını söylüyor ve hukuki mücadelenin ısrarla sürdürülmesi gerektiğini vurgulayarak, önemli bir ilkeyi hatırlatıyor: "Basın özgürlüğü gazeteciye tanınmış bireysel bir imtiyaz olmayıp, esasen kamuoyunun haber alma hakkının güvencesidir. Gazeteci, kamunun denetleyici gücü olarak özel bir işlevi yerine getirmekte ve bu konumu nedeniyle ayrı bir korumayı da hak etmektedir."
Küçük, bu korumanın nasıl işleyebileceğine dair emsal bir karara dikkat çekiyor: Anayasa Mahkemesinin gazeteci Beyza Kural kararı. Tıpkı Diyarbakır'daki gibi, Kural'ın şikâyeti de savcılık tarafından takipsizlikle sonuçlanmıştı. Ancak AYM'ye taşınan dosya, emsal bir zaferle sonuçlandı. AYM, kolluk güçlerinin orantısız müdahalesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ve aynı zamanda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine hükmetti.
Gökhan Küçük, kolluk şiddetine maruz kalan bir gazetecinin önündeki hukuki yol haritasını şöyle çiziyor:
“Öncelikle, takipsizlik kararlarına itiraz ederek ceza yargılaması sürecini sonuna kadar takip etmek gerekiyor. Bunun sonuçsuz kalması durumunda ise, iç hukuk yolları tüketildiğinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı bulunuyor. Ayrıca, şiddeti uygulayan memurların bağlı olduğu idareye karşı maddi ve manevi tazminat davası açılması da bir diğer seçenek.”
Son olarak Küçük, bu olayın aynı zamanda bir iş kazası niteliği taşıdığını belirterek, gazetecinin Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurarak ilgili haklardan yararlanabileceğini ekliyor.