Serdar Altan: Nagihan, özverisiyle, çalışma disipliniyle ve bilgeliğiyle örnekti

08 Ekim 2022
Serdar Altan: Nagihan, özverisiyle, çalışma disipliniyle ve bilgeliğiyle örnekti

Tutuklu Eş Başkanımız Serdar Altan, katledilen gazeteci Nagihan Akarsel ve genel gündeme ilişkin bir yazı kaleme aldı. Altan, yazısında Akarsel’in gazeteciliğine ve katliamla verilmek istenen mesajlara değinerek, dayanışma ve özgür basına sahip çıkma çağrısı yaptı.

İşte Altan’ın kaleme aldığı o yazı.

Nagihan’ı katlettiler. Aldılar onu aramızdan. Uzun yıllardır gazetecilik yapıyordu Nagihan. Yalanın perdesini yıkmak için yola koyulmuştu. O bir hakikat arayışçısıydı. Son nefesine kadar da bu uğurda mücadele etti. Onunla bir dönem çalışma fırsatımız olmuştu. Özverisiyle, çalışma disipliniyle, bilgeliğiyle örnekti. Yazıya onu anarak başlamak istedim. Sevgiyle, saygıyla anıyoruz. Anısı mücadele gerekçemiz olacaktır. Kadın yoldaşlarının, bizlerin, tüm halkımızın başı sağ olsun.

Malum, siyasetin gündemi sıcak, politik arena hareketli. Seçim süreci yaklaştı. Ortam daha da ısınacağa benziyor. Bir taraftan artık sürdürülemez bir hal anan ekonomik kriz, diğer yandan yaşanan siyasi krizler ve AKP-MHP ortaklığının diplomatik alandaki çıkmazları. CHP’nin başını çektiği muhalif ittifak cephesi de bir o yana bir bu yana gidip gelmekteler. Türban gündemi etrafında koparılan fırtınalar bu açmazın nüvelerinden.

Kürdün kendi önemli gündemleri de var elbette. Birçok sorunu beraberinde getiren çatışmalı süreç tüm yakıcılığıyla sürüyor. Faşizan uygulamaları sürdüren iktidarların halka dönük baskıları, sindirme politikaları devam ediyor. En önemlisi de tüm yaşanan olumsuzlukların başlıca nedeni konumundaki İmralı tecridi ve cezaevlerindeki zulüm artık dayanılamayacak bir hal aldı.

Tabi bu gündemleri ayrıntılandırmak mümkün. İçerden elden geldiğince takip etmeye çalışıyoruz. Ancak bu yazımızda üzerinde durmak istediğimiz asıl konu meclisin gündemindeki “dezenformasyon yasası” ve iktidar ile “gereğini yapan” medyasının yarattığı bol yalanlı, gündem saptıran ve daha çok Kürtleri hedefe koyan politikaları.

GERÇEKLERDEN KORKUYORLAR

Takip edildiği üzere geçtiğimiz yasama döneminde gündeme getirilen ancak, son anda ertelenen ve adına da “Dezenformasyon Yasası” denen, aslında tüm kesimleri zapt u rapt altına almayı amaçlayan kanun teklifi yeniden Meclis’in gündemine getirildi. Basın ve medya organlarında çokça işlendi, içeriği az çok biliniyor. Basın meslek örgütleri, gazeteciler tepkilerini dile getiriyorlar. Bu tepkiler gecikmiş olsada; gazetecileri bir araya getirmesi açısından olumlu. Anladığımız kadarıyla AKP-MHP, yasayı Meclis’ten geçirecek. Seçim yaklaştıkça bu tarz yönelimlere ihtiyaç duyuyorlar. Tıpkı Haziran ayında 16 gazetecinin tutuklanmasında olduğu gibi.

Bunu neden mi yapıyorlar? Çünkü gerçeklerden korkuyorlar. Daha büyük korkuları da bu gerçekleri halkın öğrenmesi. Bu nedenle bu yasaya ihtiyaçları var.

Ama asıl tehlike daha büyük. Yani iktidar kanadı bununla yetinmeyecektir. Seçim yaklaştıkça baskı ve saldırılarını arttıracaktır. Özellikle basını ve medyayı susturmak için türlü yollara başvuracaklar. Herkesi hizaya getirme konusunda her yolu mübah sayan bu iktidar, geçmişte bolca örneği bulunan politikalarını sergilemekten çekinmeyecektir. Özellikle Özgür Basın ve sol-muhalif, daha da genelleştirirsek “havuz”un dışında kalan tüm basın-medya organları ve gazetecilere dönük yönelimini üst aşamaya çıkaracaktır. Sadece gazetecileri de değil, yeni yasal düzenlemede olduğu gibi sıradan yurttaşları da susturmaya çalışacaktır. Mersin olayında ortaya konan yaklaşım bunun bir provasıydı. Kürdün yeminli düşmanı İçişleri Bakanı Soylu, bu politikaları hayata geçirme konusunda başrollerden biri olacaktır.

MERSİN OLAYININ ŞİFRELERİ

Aslında Mersin meselesini birkaç cümleyle de olsa irdelemekte yarar var. Özellikle “örgüt üyesi gazeteci” mevzusu tam bir hezeyandı. Bu olay, Soylu’nun ne kadar kirli oynayabileceğini ortaya koymaya yetiyor. Bu mevzuda amaçlanan CHP’yi köşeye sıkıştırma hamlesi olarak görünse de; asıl olarak gazeteciler, özellikle de hapishanelerdeki gazeteciler hedeflenmekte.

Çok da istenilen düzeyde olmasa da muhalefet zaman zaman tutsak gazetecileri gündemleştiriyor. Hem partilerin, hem basın meslek örgütlerinin raporlarında tutsak gazetecilere yer verilince, bu gerçeklik uluslararası kuruluşların raporlarına da yansıyor. İçteki kurumların itirazlarını pek takmayan iktidar, uluslararası alanda düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda ciddi eleştiriler gelince zorlanmakta. Aslında tutsak gazeteciler konusunda toplumda da ciddi hassasiyet oluşuyor belli dönemlerde.

İşte tüm bu tepkileri ortadan kaldırmaya dönük bir hamle olarak görmek gerek Mersin olayını. Kimse bahsetmesin, kimse sahiplenmesin istiyorlar. Şöyle etraflıca baktığımızda; acaba Soylu bilmiyor muydu zikrettiği kişini Dilsah Ercan olmadığını? Tabi ki biliyordu; ama çok bilinçli bir dezenformasyon hamlesiyle aslı olmayan bir hikaye inşa etti. Açıkçası er ne kadar yalanı elinde patladıysa da istediğini aldı. Şimdi muhalif kesimler; kayıtsız-şartsız savunmaları gereken basın özgürlüğü ve tutsak gazeteciler konusunda daha temkinli bir yaklaşım sergileyeceklerdir. Bu oyunu ve iktidarların kirli politikalarını deşifre etmesi gereken kesimler de Mersin saldırısını “kınama yarışı” içerisine girdiği için, haliyle bu mevzu pek ilgilerini çekmedi.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN!

Hatırlayacak olursak 2016 yılında başta özgür basın olmak üzere muhalif basın ve medya organlarına yönelik çok büyük bir “yok etme” operasyonu yapıldı. O dönem iyi hatırlarım; ısrarla bu yönelime karşı ciddi bir tepki ortaya koymak gerektiğini, bir sonraki adımın politik alan ve sivil kuruluşlar olacağını söylemiştik. Nitekim öyle de oldu. Ortada seslerini duyuracak bir basın-medya organı kalmadığı için siyasilere ve sivil kuruluşlara büyük bir darbe indirildi. Neredeyse kapatılmayan kurum, tutuklanmayan siyasetçi ve kurum temsilcisi kalmadı.

Bugün de eğer yeterince ses çıkarılmazsa aynı süreç tekrarlanmak istenecektir. İktidar erki bunu yapmakta hiçbir beis görmez. Aslolan, bu gerçekliği ne kadar gördüğümüz ve buna karşı ne tür doğru politikalar geliştirdiğimizdir. Bugün daha gür ses çıkarılmazsa, yarın çok geç olabilir. Bunun vebali altından da kimse kalkamaz.

Özgür Basın; kurumlarıyla, emekçileriyle yapılan baskılara, yok etme politikalarına karşı ayakta kalmayı başarıyor. Hakikat arayışçısı gazeteciler; haber sahasında da, zindanlarda da, sürgünde de direnişini sürdürüyor. Bu uğurda bedel ödemekten, can vermekten çekinmiyor. Nagihan bunun en yakın örneği.

Bu nedenle diyoruz ki; bu baskı ve yok etme politikalarına karşı özgür basınımızı koruyun, ona gözünüz gibi bakın. Öyle yapın ki, onlar da ezilenin, hor görülenin, yok edilmek istenenin, bilimum tüm halk kesimlerinin gözü, kulağı, sesi olabilsinler.