Sevgili Arkadaşlar,

Erdal Süsem

Sevgili Arkadaşlar,

Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin varlığından/kuruluşundan mektubunuzla haberdar oldum. Enformasyon materyallerimiz oldukça sınırlı, olanlar da iktidarın sığ filtreli denetime tabi kalınca elde sadece ana akım medya kalıyor. Onların da hali pur-û melali ortada. Gecikmeli haberdar olsam da; yöneliminiz ve çabanız için teşekkürlerimi iletiyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Sevgili arkadaşlar; sorularınıza belli kategoriler çerçevesinde yanıt olmaya çalışayım:

  1. Hukuki Süreç:

İstanbul’da yerel ve fanzin gazetecilik yaptığım süreçte, aynı sokakta geçme ihtimalimin dahi bulunmadığı, sonrasında dosya kapsamındaki bilgiler doğrultusunda edindiğim bilgilerde, polis tarafından itiraflaştırılan Kerem Bükre adlı bir şahsın ifadesiyle aranır duruma düştüm 1999’da.

21 Mart 2000’de gözaltına alındım malum itirafçının ifadesi doğrultusunda. Dönemin meşhur Vatan Şubesi’nde işkence gördüm (Adli Tıp belgelerinde kayıtlı) ve beşinci günde tutuklandım. Marufunuz olduğu üzere, gazetecilerin sokak ortasında öldürüldüğü, gazetelerin bombalandığı bir zaman diliminde, eleştirel ve muhalif bir pozisyonda konumlanmanın ağır bedelleri bulunuyordu ve muhalif gazeteler, son on yılda sıklıkla tanık olduğu üzere, gazetecilik faaliyetleri illegal örgütlerle ilişkilendirilip “terör soruşturmasına” dahil ediliyor ve “örgüt üyesi “ isnadıyla tutuklanıyordu. Bende de hikaye değişmedi; itirafçının ifadeleri gerekçe gösterilerek tutuklandım. Kara mizah konusu; itirafçı şahıs ifadesinde beni tanımadığını, hiç görmediğini söyleyip eklemiş. O, farklı bir illegal örgütte olmasına rağmen bana dair çok duyum almış. Kerameti kendinden menkul itirafçının hayal hikmeti öyle geniş ki, “gizlilik” ilkesiyle çalışan ve bu mantık gereği aynı örgütte bulunanların dahi birbirlerini tanımadıkları ve ne yaptıkları bilmedikleri bir gerçeklikte farklı bir örgütte olmasına rağmen tafsilatlı duyumlara malikmiş. “Bağımsız yargı” hukukun “maddi gerçeğin irdelenmesi ve şüpheye yer vermeyecek somut deliller ile kanıtlanması” ilkesine masal muamelesi yapıp itirafçının duyumlarını esas alıp asker selamı hızıyla tutukluluğuma hükmetti. İsnatın hukuki savunması olur da, gıybetten/ya da zihni yaratıcılıktan müteşekkil duyumun savunmasını yapmak mahirliği namevcut bende.  Yine de “insaflı” davranmış itirafçı, kıyamet alameti Deccal olduğumu iddia etseydi nice olurdu halim?! Kusura bakmayın, bu durumun ancak mizahı yapılır.

Ben mizahını yapsam da “devlet söz konusu ise gerisi teferruattır” düsturuyla kurulan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin heyeti kaşlarını çattı vazifesini icra etti. Git-gel tutukluluk halinin devamına… İfadeleri veren şahıs geldi polis yönlendirmesi ve baskısıyla ifadeleri verdiğini belirttiği halde yargılama ilk üç yıl örgüt üyeliği isnadıyla devam etti. Tahliye ve beraat umarken, dosyanın delil durumunda hiçbir değişiklik olmasa da, savcılık makamı ve heyete yapılan müdahale ile iddianame “sınıf atladı”, üyelikten “Anayasal düzeni cebren yıkmak” ile içeriklendirilmiş meşhur urgan maddesi 146/1’e terfi ettirildi.

İstanbul 4 No’lu DGM, hukuku sarfınazar ederek muradında hakim kıldı; müebbet hapis! Yıl 2005… Dosya Yargıtay’a gitti, Yargıtay, bu kadarı fazla, bu bedene bu elbise bol diyerek, hükmün delillerle orantısızlığını belirtip kararı bozdu. Olağanda Yargıtay’ın kararını yerel mahkemenin riayet etmesi gerekirken, İstanbul 4 No’lu DGM kararında diretti. 13 Haziran 2007’de aynı –müebbet- kararı vererek tahliye etti. 4 No’lu DGM’nin yaklaşımı ortadayken müebbet kararıyla tutuksuz yargılanmak örtülü biçimde “git” demektir. Hrant Dink ile aynı ırmakta kulaç atmışız, nereye gideceğim. Velev ki gittik, gittiğimiz yerlerde adaletsizlik ve haksızlık olmayacak mı? Adaletsizlik ve haksızlık karşısında mülteci suskunluğuna mı bürüneceğiz? Oralarda da adaletsizliği ve haksızlığı eleştireceğiz, oralarda da yargılamalarla yıldırmaya çalışacaklar ve oralarda da mahpus yolu görünecek bize.

Tahliye olduktan sonra, Eylül Sanat Edebiyat Dergisi’ni yayınlamaya başladım ve editörlüğü yaptım. 13 Haziran 2007 ile 1 Şubat 2010 arasında Eylül’ü yayınlamaya devam ettim ve tahliye olduğum dosyanın yargılamalarını takip ettim. Yargıtay aynı gerekçeyle 4 No’yu DGM’nin kararını bozdu ve yargılama yeniden başladı. 1 Şubat 2010 tarihinde, Eylül Dergisi adına yaptığım görüşmeler gerekçe gösterilerek gözaltına alındım ve çıkarıldığım mahkemece tutuklandım. Gözaltı ve tutuklanmayı demokratik kamuoyunun aşina olduğu üzere, “örgütsel operasyon” havası verildi ve basına aslı astarı olmayan iddialarla sunuldu. Amaç, iddianame bile olmadan ana akım medya aracılığıyla yargı merciini basınç altına almak ve algı yönetmek. Bu dosyada takriben iki yıl yargılandım ve beraat ettim. Olması gereken de buydu. Fakat asıl gaye, bir önceki dosyada Yargıtay,  baskı altına alarak kararında direnmesine mani olmaktı. Bunu da gerçekleştirdiler. 2.  Dosyadan tahliye olduğum celseden önce Kasım 2011’de Yargıtay 4 No’lu DGM ( 12 ACM’ye dönüştü)’nin kararını onayladı. Müebbet infazının mahpusluğu başladı. O dönem Anayasa Mahkemesi (AYM) “bireysel başvuru hakkı” bulunmadığından, iç hukuk yolu kapandığından dosyayı avukatımla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürdük. AİHM, TC. Devleti ile yaptığı görüşmeler neticesinde, devlet, dosya kapsamında “Adil yargılama hakkının sistematik olarak ihlal edildiğini” ve bu ihlalin yeniden yargılama ile giderileceğini kabul / taahhüt etmesiyle; dosyayı “yeniden yargılama kararıyla” bozdu. Mayıs -2019.

AİHM kararı ve TC Devleti’nin – taahhüdüyle; “yeniden yargılama ve tahliye” talebiyle İstanbul – 12 ACM’ye başvurdum. AİHM ve AYM’nin karar ve içtihatlarına direnen yerel mahkemeler, benim talebime de direndi. Yeniden yargılama kararını reddetti. Bunun üzerine, Nisan 2020’de dosyayı AYM’ye götürdüm. AYM’nin, AİHM karar ve içtihatlarına ve de TC Devleti’nin dosya üzerindeki kabul / taahhüdüne intibaklı bir karar vermesi kanuni icbardır. Olağanda, AİHM kararıyla yeniden yargılamanın başlatılıp tahliye olmam gerekiyordu. Yerel mahkemenin ayak diremesiyle süreç sürüncemeye bırakılıyor ve – haksız olarak-  hükümlülük sürem uzuyor. Zaten, hüküm aldığım dosyada takriben 20 yılı geride bıraktım.

 

  1. Tutuklu gazeteci;

İfade ve basın özgürlüğünün üzerindeki baskılar ve yasaklar artıp derinleşmesiyle at başı gider gazetecilerin yargılanması ve tutuklanması. Türkiye’nin son on yıllık serencamı da bunun ispatıdır. Yargılananların ve tutuklananların sayısı katlanarak artmıştır. Sansüre ve otosansüre teslim olmayan gazeteci olma/ gazeteci kalma etiğine bağlı arkadaşlar ya çalıştıkları gazetelerden işlerine son verilmesi ya da istifa etmek zorunda kalmışlardır. Bu arkadaşların ağırlıkla olan kesimi yaşamlarını farklı alanlardaki emekleriyle idame edebilirken, internet gazeteciliğiyle de gazeteciliği sürdürmeye çalışıyorlar. Tutuklu gazetecinin (gazetecilerin) başat sorunun fikri üretimini yansıtacak olanaklardan mahrum bırakılması olduğunu düşünüyorum. Bu vurgu, sadece tutuklu gazetecileri kapsamıyor, siyasal saiklerle tutuklanan bütün mahpusları kapsıyor. Yurt sorununu protesto eden üniversite öğrencilerinden anadilde eğitim talebinde bulunana, kürsü bağımsızlığı hakkını kullanan milletvekillerinden belediye başkanlarına, siyasal parti aktivistlerinden dernek faaliyetinde bulunanlara kadar uzayan geniş bir yelpazedeki mahpusları kapsıyor. Üzülerek belirteyim ki, demokratik kamuoyunun ve demokratik kurumların siyasal mahpuslara- tutuklu gazetecilere- yaklaşımı, popüler olan bazı mahpuslar haricinde, teşbihte hata olmaz, ölü muamelesi yapmaktır. Tahliye olana kadar ailelerine terk edilmiş, ailelerin de ara ara hasret giderme temelinde ziyaret ettikleri, hesaplarına birkaç akçe yatırıp yayın temin ettikleri etkisiz/hayatın dışında bekleme odasında tutulan varlık durumuna indirgeniyoruz. İnsandan fikirlerini,  tercih ve karar alma iradesini çıkarın geriye et-kemikten mamül, fotosentez yapabilen bir iskelet kalır.

Bu bağlamda, iktidar, gazetecileri hapsetmesi bireysel değil toplumsal olduğundan, topluma gözdağı vermek ve korku salmak, özgür ve eleştirel aklı ortadan kaldırmak, eleştirel çoğulcu düşünceyi bastırarak tek tip toplum yaratmak… amaçlarını güttüğünden, oyunu tersine çevirmek ya da aşma/red sürecini geliştirmek için, tutuklu gazetecinin fikri mütalaasını yansıtacak olanaklar, alanlar ve sayfalar açmak gerektiğinin elzem olduğunu düşünüyorum. Gazetecinin kalemi ceza aldığında kırılmaz, fikri mütalaasının düşünsel kuluçkasında çürütmeye başladığında, yorumlarını ve eleştirilerini halka taşıyamadığında kırılır. İşte o vakit, tutuklama amacına ulaşmış olur, pranga eskitmenin kayda değer anlamı da kalmaz. Bütün tutuklu gazeteciler böyle mi düşünür, orasını bilemem ama diğer (yargılama, hukuki, sağlık vb.) problemleri önemsizleştirilip hafifleştirmeden başat olanın, tutuklu gazetecinin fiziksel üretim ve yaratımını sürdürebilmesi ve bunları topluma sunabilmesidir.

Bu doğrultuda neler –olanaklar dahilinde ve olanakları zorlayarak – yapabileceğimizi tartışabiliriz. Örnek olması açısından bir dönem Türkiye Gazeteciler Sendikası, farklı tarihlerde – hafızam beni yanıltmıyor ise – iki ya da üç sayı “Tutuklu Gazete”yi yayınladı. Tutuklu gazetecilerin yazılarından ibaretti. Böylesi bir gazete, iki-üç aylık yayınlanabilir ya da internet üzerinden böylesi bir gazete yayınlanabilir. Tutuklu gazetecilerin nitelikli akademik-teorik-sanatsal- edebi dosya ve çalışmaları yayınlanabilir. Tutuklu gazetecilerle dayanışma toplantıları, geceleri, tiyatro gösterimleri, kahvaltılar… organize edilebilir. İmece usulü ve birlikte tartışma/yaratma kültürüyle olasılıkla birçok olgun öneri geliştirilip pratikleştirilebilir.

 

  1. Koşullar ve hak gaspları

Bana özel bir hak gaspına maruz kalmadım hemen hemen. F Tipi hapishanelerdeki ortak sıkıntı ve hak gasplarını ben de/biz de yaşıyoruz.

Malumunuz olduğu üzere, son iki üç yıldır dışardan adımıza adresimize gönderilen yayınların bazılarını hiç alamıyoruz, bazılarını da uzun bürokratik uğraşlar neticesinde alabiliyoruz. Kanunda ve hukukta olmamasına rağmen, hapishane idaresi 5275 Sayılı Kanun’un 69. (“dışarıdan gönderilen hediyeleri kabul etme hakkı”) maddesini gerekçe göstererek yayınlara “el koyma” kararı alıyor. Bu karara yaptığımız itirazları (“süreli ve süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” ilkesiyle düzenlenmiş aynı kanunun 62. Maddesi üzerinden), İnfaz Hakimliği ve ACM’nin kabulüyle, sanat –edebiyat yayınlarını alabilirken, siyasal dergiler, gazeteler 62/3 maddesi kapsamına alarak vermiyorlar.

Uzun yıllardır kişisel bilgisayar almak için uğraşıyorum. Eş nitelikteki kimi ( örneğin Kocaeli F Tipi) emsal örnekleri bulunmasına rağmen buranın hapishane idaresi kabul etmiyor. Mesai saatleri içinde idarenin belirlediği bir alanda kullanma örnekleri bulunuyor. Gazeteci-yazar olmam da yeterli gelmiyor. Felsefi ve edebi çalışmalarımı daktilo edebilmek için ihtiyaç duyuyorum. Bu hususta hukuki yardımda bulunabilirseniz memnun olurum.  Zira el yazısı dosyalarım dışarda daktilo edilip fotokopisi gönderildiğinde, fotokopisi de verilmiyor. (iki yıl önce veriliyordu.)

 

Şimdilik elzem sorunları belirtmek ile yetineyim.
Sevgili arkadaşlar, pul gönderme inceliğiniz için teşekkürler ama pulları vermiyorlar. Alamadığımızdan göndermenize gerek yok.
Sizden bir ricam olacak, mektupta belirttiğim “hukuki süreci” daktilo ederek “International  Federation of Journalist”e (IFJ) mail ile gönderebilir misiniz? IFJ’nin güncel yazışma adresini bana bildirirseniz memnun olurum.

Duyarlılığınız için teşekkürler.
Sağlıcakla kalın!
Sevgilerimle!

15 Kasım 2021

Erdal Süsem
F Tipi Kapalı Hapishanesi A-18 / Edirne